14 Temmuz 2013 Pazar

Sokrat St - Nazar Diyorsan


Sokrat St - Nazar Diyorsan

Boş amacın kalmıyorsa
Hayat sarmıyorsa
Her akşam aynı saatte yatıp ve aynı şekilde kalkıyorsan
Bunun bir anlamı yok
Ya da haz almıyor say hayattan
Hayat azarlıyorsa
Bu yüzden sinirlerim azalmıyorsa
 

Ben bu kadar acı çekerken böyle hayatın içine ederim bana bakıp nazar diyorsan
Artık ne diyim
Nasılsa anlamıcaksın
Anlatsam da sana, anlasan yerinden kalkamıcaktın
Bunu bildiğimden çenemi tuttum ama
Sanırım çok sustuğum için beni unuttu hayat
Sen de aptalsın sen de onlar gibisin
Onlar kadar saftirik ve onlar kadar korkak birisin
Bu yüzden benim için son kez ayağa kalk
Çünkü bu elvedam aşka değil hayata 

 
Hoşça kal

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Emrah Serbes - Üst Kattaki Terörist


Ağbim yirmi yaşında bu vatan için şehit oldu. Siz büyük şehirlerin ışıklı bulvarlarında elinizi kolunuzu sallayarak rahatça yürüyebilin diye o gitti Çukurca’da mayına bastı. Ben yedi yaşındaydım o zaman. Cenaze günü çok güzel bir komando üniforması çektiler üstüme, mavi bereli. Ağlarsam teröristlerin sevineceğini söylediler, tuttum kendimi, hiç ağlamadım. Ağbimi taşıyan cemse önümüzden geçerken dimdik durdum, asker selamını çaktım ay yıldızlı tabuta. Herkes bana baktı o an, sanki şehit olan benmişim gibi sarılıp ağlamaya kalkanlar bile oldu. Çok pis sinirim bozuldu bu duruma. “Ağlamayın,” diye bağırdım. Öyle bağırınca bütün kameralar bana döndü, akşam bütün ana haber bültenlerinde ilk haber olarak ben vardım. Ertesi günkü gazeteler: “Şehidin Kardeşinden Asker Selamı” başlığıyla çıktılar. “Teröre asıl darbeyi “Ağlamayın!” diye bağıran bu çocuk vurdu!”

Bir anda meşhur olmuştum. Ama şımarmadım, genç yaşıma rağmen kaldırabildim bu şöhreti. Ağbimi çok sevdiğim halde, acımı içime gömdüm yıllarca, belli etmedim kimseye. Acaba beni unuttular mı diye ana haber bültenlerine telefon açtım bir iki sefer, iki-üç-beş sene geçmesine rağmen hala ağlamadığımı söyledim. Haber merkezinde çalışan adamın biri, “Aferin evladım, böyle devam et,” dedi. Uğur Dündar’ı, Ali Kırca’yı istedim, bağlamadılar. Hiçbiri haber yapmadı ağlamayışımı, bendeki metaneti, beş senedir teröre indirdiğim psikolojik darbeleri görmezden geldiler. Satılmış orospu çocukları.

Sonra olan oldu. Ağbimi öldüren teröristlerden biri üst kata taşındı. Saçı sakalı birbirine karışmıştı, ne de olsa dağda yaşamaya alışmış hayvan. Ne zaman merdivenlerden çıksa kapı deliğinden bakıyordum, kulağımı kapıya yaslayıp ayak seslerini dinliyordum. Geceleri İngiliz anahtarıyla üst kata giden kalorifer borularına vurup ürkütücü seseler çıkartıyordum. En sonunda dayanamadım, bizim dükkana gittim.

“Öldürelim onu baba,” dedim. “Ağbimin öcünü alalım.”

Babam, “Allah’ından bulsun,” dedi.

“Bulmaz. Sen öldürmeyeceksenben öldüreyim. Türklük şuur ve gururu bunu gerektirir.”

“Otur oturduğun yerde.”

“Silahını ver, ben öldüreceğim. Oniki yaşındayım, çok yatmam çıkarım.”

“Bacaklarını kırarım senin!”

“Hani ağbimin cenazesinde beni de alın komutanım, ben de savaşacağım, diyordun. Hani beni kucağında sallayıp bir oğlum daha var, bu vatan için onu da veririm, diyordun. Şimdi savaş zamanı baba! Hadi! Niye öyle ürkek bakıyorsun? Yoksa sen de her şehit cenazesinden sonra iki gün gaza gelen sahte milliyetçilerden misin?”

Cevap veremedi. Babamla ipleri attım. Anneme gittim. Babamın silahını istedim, vermedi. Ocağa gittim, il başkanıyla görüşmek istediğimi söyledim. Başkan ayakta karşıladı, çok sever beni, her sene yeniledi ilk hediye ettiği komando üniformasını zaten. Hemen bir oralet söyledi. Durumu anlattım.

“Tamam Nurettin,” dedi. “Sen üzülme. Bizim çocuklara söylerim, bir bakıştırırlar. Dediğin gibiyse onu buralarda barındırmayız.”

Başkan sağ olsun hemen dövdürdü teröristi. Apartmana girerken pencereden gördüm, zor yürüyordu, ağzını burnunu eline vermişler. Bir hafta evden çıkamadı. Ama yetmez. Sadece dövmekle olmaz ki. İki hafta bekledim, başka icraat yok, terörist iyileşti, sokaklarda elini kolunu sallayarak gezmeye başladı. Tekrar Ocağa gittim, “Bana verilen sözlerin yerine getirilmesini istiyorum sayın başkanım,” dedim. “Eli kanlı terörist, bebek katili şerefsiz, oturuyor hala üst katımızda.”

Başkan, “Seni anlıyorum Nurettin ama elimizden bir şey gelmez,” dedi.

“Nasıl gelmez?”

“Çocuk öğrenci. Bir eylemi yok.”

“Ne yani, eyleme geçmesini mi bekleyeceğiz?”

“Eyleme geçemez. Bir şey yapamaz merak etme. Gözünü korkuttuk.”

“Neden başkanım neden! Adam teröristse sıkalım kafasına, verin silahı ben sıkayım.”

“Biz silahları gömdük Nurettin. Çatışmaya girmiyoruz artık, eskisi gibi değil işler.”

“Hadi lan oradan sayın başkanım,” dedim. “Daha geçen sene takır takır saydırdınız stadın arkasındaki otopark ihalesi yüzünden.”

Başkanın sinirden eli kolu titredi. Tokat atacakken tuttu kendini.

“Git Nurettin git,” dedi. “Sinirimi bozma benim!”

“Gitmiyorum.”

“Nurettin çık dışarı!”

“Çıkmıyorum başkanım.”

İki üç adam koluma girdi, kapıya kadar ‘sen ne biçim konuşuyorsun lan başkanla,’ diye dan dun giriştiler.

“Ben şehit kardeşiyim şerefsizler,” diye bağırdım. “Hepinizden daha milliyetçiyim.”

Başkan odadan çıktı, beni dövenleri bir kenara çekti.

“Lan ben size dövün mü dedim?” diye sordu.

“Ama başkanım falan,” dediler, başkan dinlemedi, hepsini tokatladı. Hırsını alamadı, bir tanesine tekme attı, başka birinin kafasına da tespihini fırlattı. Dediğim gibi, başkan beni çok sever. Ama siyasi konjonktür nedeniyle elinden bir şey gelmiyordu.

İş başa düşmüştü. Teröristi teknik takibe aldım, kendi imkanlarımla etkisiz hale getirmeye çalışacaktım. İninde vuracaktım onu. Evdeki silahı aradım, annem benim kararlılığımı gördüğünden olsa gerek çok iyi saklamıştı, belki de imha etmişti. Bütün dolapları altüst etmeme rağmen bulamadım. Bu sayede annemin bileziklerini buldum ama. Kuyumcuda bozdurdum hemen. Av malzemeleri satan dükkana gittim, pompalı tüfek alacaktım. Adam satmadı. İzindi, form doldurmaydı, onsekiz yaşını geçmeydi falan, bir ton şey saydı, sinirden beynimden aşağı kaynar sular döküldü, adamla gırtlak gırtlağa geldik, attı beni dükkandan. Madem öyle, bilezikleri geri alayım bari dedim. Aynı paraya geri almadı şerefsiz kuyumcu, bir tanesini eksik verdi. Akşam o sinirle eve dönerken yerden büyükçe bir taş aldım, salladım teröristin penceresine, tam isabet, şangır şungur indi cam. Karşı apartmanın bahçe duvarına mevzilendim. Cama çıktı terörist, baktı baktı, içeri girdi.

Bu cam kırma olayı iki üç gün sakinleştirdi beni ama ondan sonra sinirlerim bozuldu. Adamlar ağbimi şehit ediyor, ben sadece camlarını kırabiliyorum. Bu işte müthiş bir adaletsizlik vardı, ağbimin duvardaki resmine bakmaya utanıyordum. Askerdeyken yazdığı ve sonradan yüzlerce kez okuduğum mektupları yeniden okumaya utanıyordum. Başka türlü bir plan geliştirmeliydim.

Bıçaklamaya karar verdim. Komando bıçağımı biledim. Ama tehlikeli olabilirdi bu bıçaklama işi, ya hemen silahını çekerse? Çekerse çeksin ne olacak! Türk’e silah çekmek intihar demektir. Bıçağımı alıp çıktım, kapısının önünden geri döndüm. Kafama iki yumruk attım, ne yapıyordum ben? Biraz mantıklı davranmalıydım,beni keklik gibi avlamasına müsaade etmemeliydim, aynı aileden iki şehit, göbek atarlardı artık. Stratejik bir plan yaptım. Komşu ziyareti süsü verip evine gidecektim, sonra boş bir anından faydalanarak sert bir cisimle kafasına vurup bayıltacaktım, bayılınca da artık boğazını kesiverirdim. Bıçağı arka cebime koyup çıktım. Tam kapısını çalacakken eve döndüm yine, mutfaktan kek alıp bir tabağa koydum, tekrar çıktım, kapıyı çaldım. Karnıma bir ağrı girmişti, kalbim güm güm atıyordu. Heyecanı kaldıramadım, geri kaçtım. Savaş psikolojisi işte. Kapı açıldığında bir kat aşağıdaydım.

‘‘Kim o?’’ dedi bir kız sesi.

Bu kız nereden çıkmıştı?

‘‘Benim,’’ dedim.

‘‘Sen kimsin?’’

‘‘Alt komşunun oğluyum. Annem kek yapmış, getireyim dedim.’’

Merdivenleri çıktım. Tabağı aldı. ‘‘Teşekkür ederiz, çok düşüncelisin,’’dedi. Hayatımda gördüğüm en güzel kızdı, göğüsleri çıkmıştı, taş gibiydi.

‘‘İçeri gel istersen,’’ dedi. ‘‘Biz de film seyrediyorduk.’’

Biz dediğine göre teröristle aynı saftaydı, çok yazık, hayatımda gördüğüm en yeşil gözlü kızdı ama gözlerinin rengi bir anda silindi gitti. Ne filmi seyrediyorlardıacaba? Ne olacak, örgüt içi eğitim filmidir. Beni de kafalayacaklardı akıllarınca. Yoksa neden içeri davet etsinler.

‘‘Eee?’’ dedi.

‘‘Ne eee?’’

‘‘Geleceksen gel, gelmeyeceksen kapıyı kapatacağım. Akşama kadar böyle durmayacağız herhalde.’’

Girdim.

Terörist içeriden, ‘‘Kim geldi?’’ diye seslendi.

‘‘Alt komşunun oğlu canım!’’

Terörist, ‘‘Merhaba,’’ deyip elini uzattı, pis pis sırıttı. ‘‘Ben Semih’’

Kod adındır, yemezler canım. Ben yedi yaşından beri terörle mücadele ediyorum, neler gördüm geçirdim. Elini sıktım, ‘‘Ben de Nurettin,’’ dedim. Bırakmadım avucumdaki eli, gözlerinin içine baktım, ‘‘Gerçek adım tabii.’’

Güldü. Sevimli görünmeye çalışıyordu.

‘‘Filmin en güzel yerindeydik. Şu bitsin de muhabbet ederiz,’’ dedi. Yerine oturdu, donmuş filmi tekrar canlandırdı. Filme baktım, romantik Fransız sineması, örgütçülükle alakası yok, ben gelince değiştirmişti herhalde.

Güzel kız, ‘‘Ne içersin?’’ diye sordu.

Ortama baktım, bira içiyorlardı.

‘‘Bira,’’ dedim. ‘‘Öyle bakma, daha önce de çok içtim.’’ Kız mutfağa gitti. Semih kod adlı terörist rahat adamdı, bira dediğimde hiç bakmamıştı bile, rahatlığıyla beni kafalayacaktı güya. Camı bile taktırmamıştı.

Daha önce bira içtiğim yalandı tabii, şüphe çekmemek için onlar gibi takılmaya karar vermiştim. Film on beş dakika sonra bitti. Bu arada kız Semih’e sarılmıştı iyice, keyifleri yerindeydi. Teröristlik çok rahat işmiş valla, bir elinde bira, bir elinde hatun, VCD’de film, gününü gün ediyordu şerefsiz. Film bitince terörist keki yedi. Doymadı, kebapçıdan pide söyledi hepimize. Paraları örgüt veriyordu tabii, ondan bonkördü böyle. Bizim komandolar dağda yılan yesin, bunlar her gün pide kebap, bir elleri yağda bir elleri balda. Planımı uygulamak için kızın gitmesini bekliyordum ama bir türlü gitmiyordu. Bir yerlere telefon açtılar, kızın yerine imza atmasını istediler birilerinden. Ne imzası olduğunu anlayamadım. Çok da kurcalamadım, ikisini birden öldürmeye karar verdim. Kız zaten, ‘‘Biz,’’ demişti. Yine de son anda bir duygusallık yapıp ona kıyamayabilirdim, birincisi sahiden çok güzeldi, etrafına yaralı bir kurt gibi bakıyordu, tıpkı Börteçine. Gözler kalbin aynasıysa işim çok zordu. İkincisi tam olarak emin değildim terörist olduğundan, masum vatandaş olma ihtimali vardı. Siyasi görüşlerini sordum.

Güldüler. Teröristiz diyecek halleri yok. Aynı soruyu bana sordular. Ben gülmedim, buz gibi baktım, ‘‘Türk Milliyetçisiyim,’’ dedim. ‘‘Saklayacak bir şeyim yok. Türk’sen övün, değilsen itaat et!’’ Enselerinde soluğumu duymalarının vakti gelmişti. İkisiyle de başa çıkabilirdim. Lakin biradan başım dönmüştü çok pis. Doğru zaman değildi belki de.

‘‘Ben kalkayım artık,’’ dedim.

Semih, ‘‘Yine gel Nurettin,’’ dedi.

‘‘Elbet geleceğim,’’ dedim. ‘‘Bir gece ansızın.’’

Yine güldüler.

Her gün gitmeye başladım üst kata. Bir türlü cesaretimi toplayamıyordum. Bizim Semih’in bir sürü arkadaşı vardı. Bütün gün oturuyorlardı. Muhabbetleri iyiydi. Ben yanlarında olduğum için yapacakları eylemleri konuşamıyorlardı tabii. Bazen bir ikisi mutfağa çekilip fısıldaşıyordu.Hemen yanlarına gidiyordum, susuyorlardı. İki tanesi tam teröristti, resmen Kürt’tüler. Bir de övünüyorlardı bununla. İnsan en azından saklamaya çalışır, ben Kürt olsam kimseye söylemem mesela, kendi içimde halletmeye çalışırım o problemi. Ama bunlarda hiç utanma da yoktu, evin içinde herkesin duyabileceği desibelde Kürtçe konuşup bölücülük yapıyorlardı. Bütün bu tahriklere rağmen günlerce alttan aldım, ‘‘Gelin! Tek bayrak, tek millet, tek yürek olalım,’’ çağrımı yineledim müteaddit kere. Dinlemediler. En sonunda dayanamadım, çektim bu ikisini karşıma, ‘‘Bugün Kızılderililer bile Türk olduklarını kabul ettikten sonra siz kimsiniz de biz başka bir milletiz diye lüzumsuz çıkışlar yapıyorsunuz,’’dedim. Güldüler. ‘‘Üniter devlet yapısını sarsamazsınız lan,’’ diye bağırdım. ‘‘Yiyorsa bölün’ Kolay değil öyle o işler!’’

‘‘Tam faşoymuş bu,’’ dedi Kürdün biri. ‘‘Küçük Faşo,’’ dedi öbürü. O günden sonra adım öyle kaldı, Küçük Faşo aşağı Küçük Faşo yukarı. Kendilerine taktıkları gibi bana da bir kod adı takmışlardı.

Kürtlerin ana dillerinde bölücülük yaptıkları bir gündü yine. Sinirim tepeme vurmuştu. Onlar gittikten sonra evin içinde sert bir cisim aramaya başladım. Bu sefer kesin öldürecektim Semih’i, hazır kız arkadaşı da yoktu, yalnız kalmıştık, aylardır beklediğim fırsat ayağıma gelmişti. Arka odada bir ütü buldum. Semih, Mali Tablo Analizi isimli saçma bir dersin fotokopi notlarını okumakla meşguldü, vize haftasıymış. Arkasından sessiz adımlarla yaklaştım, kafasına indirecektim dan diye, görecekti esas tabloyu, şanlı Türk’ün analizini. Tam vuracakken döndü. Çakal! Arkasında da gözü vardı sanki, o kadar gerilla eğitimi almış tabii, kolay lokma değil.

‘‘Ne yapıyorsun o ütüyle?’’ diye sordu.

‘‘Hiç,’’ dedim, bıraktım ütüyü. Birden, ‘‘Bana doğruyu söyle,’’ dedim. ‘‘Terörist misin?’’

Güldü yine.

‘‘Gülmeyi bırak, bir sefer de adam gibi cevap ver, iki dakika delikanlı ol, rengini belli et. Teröristsen teröristim kardeşim de.’’

‘‘Değilim.’’

‘‘Kürt arkadaşların var ama.’’

‘‘Evet var, ne olacak?’’

‘‘Şerefsiz,’’ dedim.

Ayağa kalktı, ‘‘Ne diyorsun lan sen!’’

Yakasına yapıştım.

‘‘Benim ağbim sizin yüzünüzden öldü lan,’’ dedim. ‘‘Siz öldürdünüz onu!’’

‘‘Ben kimseyi öldürmedim.’’

‘‘Ağbim senin yaşındayken öldü. Bir ay vardı terhisine. Cenazesini bile göstermediler, paramparça olmuş.’’

‘‘Bilmiyordum Nurettin. Çok üzüldüm.’’

Sustuk on dakika.

‘‘Sen kimden yanasın,’’ dedim.

‘‘Ben barıştan yanayım.’’

Beynimden aşağı kaynar sular döküldü. ‘‘Siktir lan ne barışı,’’ diye bağırdım. ‘‘Ağbimin katilleriyle mi barışacağım! Kafama sıkarım daha iyi!’’

‘‘Bu savaşın sonu yok ama.’’

‘‘Olmasın! Sana ne! Senin keyfin yerinde tabii. Millet dağda savaşsın sen burada otur! Tembel herif! Vize haftası gelene kadar ders bile çalışmadın. Kız arkadaşın var, sarılıp yatıyorsun, günde kırk sefer öpüyorsun, kapıyı açmaya bile onu gönderiyorsun. Geceleri yurttan kaçıyor, senin yanında kalıyor, arkadaşları imza atıyor yerine. Yurt müdürünü aradım, şikayet ettim zaten.’’

Yakamdan tuttu.

‘‘Sen miydin lan o ihbarı yapan. Vay adi şerefsiz! Siktir git!’’

Vileda sapını kavradım.

‘‘Öldüreceğim lan seni!’’ diye bağırdım. ‘‘Ölü olarak ele geçireceğim lan seni!’’

Sapı çekti aldı elimden, bir yumruk oturttu çeneme. Bıçağı o gün yanıma almamıştım, lanet ettim, çıktım gittim. Eve indim hırsla, sinirden titriyordum. Anneme, ‘‘Çabuk silahı ver,’’ dedim. Vermedi. Bir bardak fırlattım kafasının üstünden, duvarda kırıldı. Başörtüsünün ucuyla ağzını kapatıp ağlamaya başladı. Üstüne yürüdüm.

‘‘Sen söyledin bana! Üst kata ne idüğü belirsiz biri taşındı, kesin teröristtir dedin.’’

‘‘Ne bileyim evladım, saçlı sakallı görünce öyle zannettim. Bana da komşular söyledi zaten. Ne bileyim, öğrenciymiş çocuk.’’

‘‘Öğrenci möğrenci fark etmez, etkisiz hale getireceğim onu, çabuk silahı ver.’’

‘‘Vermem.’’

‘‘Sen ne biçim şehit annesisin! Ağbimin cenazesinde de ayıldın bayıldın zaten, senin yüzünden teröristler bayram etti. Yazıklar olsun sana!’’

Annemle de ipleri attım. Gittim sahilde oturdum gün ağarana kadar, dalgalara baktım. Çırpınırdı Karadeniz’i söyledim. Gerçi deniz Marmara’ydı ama mühim olan duyguya girebilmekti. Gözlerim doldu, neredeyse beş sene sonra ilk defa ağlayacaktım. Çevreyi kolaçan ettim, kimse yoktu. Ama yumruğumu dişledim, tuttum kendimi. Teröristler uydu kamerasıyla fotoğrafımı çekerler Allah muhafaza, ondan sonra da ‘bu muydu lan ağlamıyor dediğiniz çocuk’ diye bir karşı propaganda başlatırlar hemen, sen en iyisi ağlama oğlum Nurettin dedim, sık dişini.

Semih’le küsüşünce yaşamın bir anlamı kalmadı. Günler sakız gibi uzamaya başladı. Ne cinayet planları, ne bir ağız dalaşı, ne bir soğuk savaş atmosferi. Yalnızlık berbat bir şey, Kürtleri bile özlemiştim neredeyse. Dayanamadım, gittim kapısını çaldım. Öyle baktım boş boş. Sarıldı bana.

‘‘Özlemişim lan seni,’’ dedi. ‘‘Küçük Faşo, gir içeri.’’

İşte böyle barıştık, bir şey diyemedim girdim içeri, şeytan tüyü vardı şerefsizde. Biralarla, Avrupa sinemasıyla, geniş arkadaş çevresiyle, fıstık gibi kız arkadaşıyla kandırmıştı beni. Bu ne biçim memleketti böyle, muhabbet edecek tek arkadaşım vardı, o da teröristin biriydi.

Bir gün mutfakta makarna yapıyordum. Evde dünyanın adamı vardı. Ortama lüzumsuz bir ciddiyet çökmüştü. İki saattir, ‘‘Yapalım mı yapmayalım mı?’’ tartışması vardı.

Semih, ‘‘Bu ufacık yerde ne yapabiliriz ki?’’ dedi. ‘‘Kimse gelmez.’’

Makarnayı süzerken, ‘‘Yaparız,’’ diye seslendim içeri. ‘‘Merak etmeyin.’’

Kürtler, ‘‘Şu küçük Faşo kadar olamadın,’’ dediler Semih’e. Semih sinirlendi, ‘‘Tamam lan yapalım,’’ dedi. ‘‘Ama demedi demeyin.’’

Yaparız diye atlamıştım ama ne olduğunu bilmiyordum. Salona girip ‘‘Ne yapıyoruz?’’ diye sordum.

‘‘6 Kasım.’’

‘‘6 Kasım ne?’’

Yine güldüler. Alışmıştım artık bana gülmelerine, ben de güldüm. 6 Kasım’da Semih’in yanına gittim.

‘‘Ne yapıyoruz Semih,’’ dedim.

‘‘Eylem. Sen otur evde.’’

‘‘Hayır, ben de geleceğim.’’

‘‘Otur.’’

‘‘Ne eylemi?’’

‘‘Teröristlerineylemi.’’

‘‘Çocuk mu kandırıyorsun, öğrenci onlar. İkisinin arasında fark var.’’

‘‘Baştan öyle demiyordun.’’

‘‘Olabilir.’’

‘‘Sen milliyetçi değil misin?’’

‘‘Hiç kuşkun olmasın,’’ dedim. ‘‘Özbeöz Türküm ve şanlı milletimin milliyetçisiyim.’’

‘‘Gelme o zaman.’’

‘‘Türklük şuur ve gururun bunu gerektirir Nurettin.’’

‘‘Geleceğim.’’

‘‘Neden?’’

‘‘Gelirim kardeşim, Allah Allah. Benim de arkadaş çevrem sonuçta, hepsini tanıyorum elemanların. Ayrıca siz çocukları ön saflarda kullanmaya bayılırsınız zaten.’’

Gittik. Şehrimizdeki ilk YÖK karşıtı eylem. 26 öğrenci, iki Kürt, bir Türk milliyetçisi, altmış çevik kuvvet polisi, yirmi özel güvenlik görevlisi ve her an müdahale etmeye hazır takviye esnaf kuvvetlerinin katılımıyla gerçekleşti. Polisler grubu çembere alıp ellerindeki biber gazlarını sıkmaya başlayınca herkesin gözleri doldu.

Öne çıktım, ‘‘Göz yaşartıcı gaz sıkmanıza gerek yok,’’ dedim. ‘‘Arkadaşlar zaten yeterince duygusal insanlar.’’

Polisin biri copunu kaldırdı. Hem de bana! Müthiş sinirim bozuldu, ‘‘O copu alırım bir tarafına sokarım bak,’’ diye bağırdım. ‘‘Ben şehit kardeşiyim! Sen kimsin lan bana cop kaldırıyorsun!’’ Polis afalladı bir an, copla birlikte donup kaldı. Arkasından iki üç polis daha geldi, konuşmaya fırsat vermeden vurmaya başladılar. Hangi birine dert anlatacaksın. Semih kolumdan çekip üstüme kapandı, dayağın çoğunu o yedi. Dayağı yedikten sonra amcamın oğluna şikayet ettim bizim üstümüzde bizzat çalışanları. Çevik Kuvvet memuru olan amcamın oğlu tanımaya çalışır gibi baktı bana, tanıyınca da, ‘‘Senin burada ne işin var Nurettin?’’ diye sordu.

‘‘Hiç. Arkadaşlara bakmaya geldim. Babama söylemezsen sevinirim.’’

Öğrencilerin hepsini topladılar, beni bıraktılar.

Babam akşama eve girer girmez iki tokat attı bana. Beş sene sonra ilk defa el kaldırıyordu, amcamın oğlu anlatmış meseleyi. Babam ağbimin duvardaki resmine bakıp ağlamaya başladı, ‘‘Bundan sonra üst kata çıkarsan hakkımı helal etmem sana,’’ dedi. ‘‘Bizi düşünmüyorsan onu düşün.’’

Gene yapayalnız kaldım. On beş gün dayanabildim, sonra babam dükkandayken çıktım yine üst kata. Semih eşyalarını topluyordu, her tarafta koliler vardı. ‘‘Ne oluyor,’’ dedim. Okuldan uzaklaştırma vermişler altı ay. Boşa kira ödememek için memleketine dönüyormuş. Seneye gelecekmiş.

‘‘Bu eşyalar niye ortalıkta, götürmeyecek misin?’’

‘‘Taşıyamam. Arkadaşlara dağıtacağım eşyaları. Sen de bak, istediğini al. Filmleri sana bırakayım istersen.’’

‘‘Yok,’’ dedim. ‘‘Seyrettim zaten hepsini.’’ Kolinin birinde ütüyü gördüm, ‘‘Şu ütüyü versene bana,’’ dedim.

Ütüyü aldım. Arkasından yaklaştım. Döndü.

‘‘O ütüyle ne yapacaksın?’’ diye sordu.

‘‘Hiç,’’ dedim.

Gözlerim dolmuştu, kendimi daha fazla tutamadım.

‘‘Dönünce ara,’’ dedim. ‘‘Emlakçı tanıdıklar var, her türlü yardımcı oluruz.’’

Bana uzun uzun baktı. Omuzlarımdan sarstı.

‘‘Ne oldu Nurettin? Sen böyle duygusal bir tip değildin’’

‘‘Değildim ama işte bu durum şimdi çok üzdü beni. Sen gidince canım çok sıkılacak. Yine yalnız kurt gibi kalacağım ortalıkta. Günler yüzüme tükürecek.’’

Kendimi tutamıyordum bir türlü. Sıkıca sarıldı bana, ‘‘Ağla o zaman,’’ dedi. ‘‘Açılırsın.’’

‘‘Peki, ben ağlarsam Semih,’’ dedim. ‘‘Sana bunları yapanlar sevinmez mi?’’

‘‘Boş ver onları kardeşim,’’ dedi. ‘‘Kimin umurunda ki…

Emrah Serbes - Üst Kattaki Terörist                                                              
  Cengiz Han Akpınar

25 Haziran 2013 Salı

Mabel Matiz - "sultan süleyman"

Mabelin kendi sözleriyle;

bu şarkı hrant için, sivas için, ceylan için, roboski için, reyhanlı için, gezi için, ethem için, adalet için, hepimiz ve her şey için..
bu şarkı kalbi olanlara, bir o kadar da kalpsizliğe..
bu şarkı bir pul için aklını yitirmiş kula..

aysel gürel anısına hazırlanan "aysel'im" albümündeki "sultan süleyman" yorumum, naçizane:


22 Haziran 2013 Cumartesi

Yazdım, çizdim, hayal ettim.

Matematik derslerini hiç sevmezdim, özellikle trigonometri bu konuda o kadar kötüyüm ki Trigonometrinin geometriyemi matematiğemi dahi olduğunu bimiyorum ama ben bu resmi çizerken konunun trigonometri olduğuna eminim. Bende trigonometriyi dinlemek yerine bu resmi çizmeyi tercih ettim.Trigonometriyi sevmiyor olabilirdim ama resmi seviyorum.




Not: Hayatta Trigonometriden ve Belediye Otübüslerinden nefret ettiğim kadar hiç bi şeyden etmedim. :D


Batuhan Deddenin Morfiniz Çekilen Düş Sancıları adlı sayfasında gördüğüm resmin derste lisede derstte çzidiğim hali. :)

19 Haziran 2013 Çarşamba

Çimenler fillerle de güzel

Dünyanın bi ucundan anadolu'ya giden bi' trende yolculuk ederken kulağınıza, şarkılarını kimin fısıldamasını istersiniz diye sorsalar, Filler ve çimen şarkısı ile Mabel Matiz derdim. O bilmez belki şarkılarının nasıl zamanlara fon müziği olduğunu, farkında da değildir çoğu zaman, ama duvarlar kendisine çarpan o sesi unutmayacak bu kulaklar da..

Mabel Matiz - Filler ve Çimen

   
 çimenler fillerle de güzel 
 kalbin korkularıyla cesur
 firarlar yakalanmak için
 ihanet aslında sadakatin tavrını sever

 elinde bir paslı makas
 kestikçe zaman uzuyor acının saçları
 hatırlayarak yaşamak boynumuzun borcu ama
 ölürdün unutmasan
    
 kaybederek çoğalırsın
 gözyaşının rahmeti can üstüne
 uzak bir deniz kıyısında
 kendi yara kabuklarını yar ederek kendine
ah nice kez üzecekin
gördüğünün zahmeti gönül üstüne
uzak bir çigan masalında
çayda kederli çıralar tüttürerek
barışırsın ötekinle
ki yalatır o
sen tükürürsen...


Cengiz Han Akpınar

18 Haziran 2013 Salı

neyse

Neyse

Elimde değildi. yanımda değildi. kalbime hiç girmedi.aklımda değil, dilimde değil, hoş, artık sikimde de değil.ben böyle iyiyim...

Hayat devam ediyor bak, nefes alıyorum, kalbim atıyor.hayat devam ediyor bak, hepimizi sikmeye,hayat devam ediyor bak, sırayla acıtmaya,biz duruyoruz sonra, hayat devam ediyor bak..

Ben böyle iyiyim ama beni değiştiren bi saçların bi gözlerin.

Neyse dedim ya ben böyle iyiyim, sen nasılsın ?
Sen;
Senin gözlerin neyse gözlerini boş ver seninle yüz yüze gelsem koşulsuz içimden öpüşmek geçer.

inanmadığımız arkadaşlar,inanmadığımız insanlar. adının yanına adını atan budala sevgilileri özlüyormuş,yalancıyı siksinler !

Neyse şöyle anlatayım;

Sen gittikten sonra sırtımı bile dayayamadım duvara.
Ama sen çok düşünceliymişsin be sevgilim,
Sırf ben yorulmayayım diye siktirmişsin kendini bi davara.
Şimdi bilemedim ki ben kime kızayım ?
Bir seni seviyorum cümlesine tav olan sana mı yoksa sana onu söyleyen o davara mı ?

neyse, bu kadar ukalalık yeter akşam akşam, neyse canım.umrunda değil dersem efendi kibar mı olurum, kalsınsikinde değil diyerek edepsizleşmek istiyorum... .

her şey, belki bir kelime belki de neyse,inan,her "şey" senin elindeydi...

hayat devam ediyor bak, kalbim atıyor, nefes alıyorum garip.. sen ? atıyor musun hala bacaklarını omuzdan omuza?

Neyse... hayatına çıkarları için dahil olduğunu anladığın insanlara sırtını dönersen aptallık edersin.bir bıçak saplarlar çıkaramazsın.öyle dahil olanlara cahil olduklarını hatırlatmak için onlara öyle güzel gülümse ki, bildiğini anlasınlar, bildiğini anlarlarsa onlar sırtını döner sana. eğer anladıklarında onlar da gülümsüyorsa, gülümsemeye devam et. çünkü gülümsemek bir çıkmazın içinde çıkarları ortaya çıkarmamaktır. ama neyse... başkasına ait sevgililer... güneş ışığının ayırıp, ay ışığının aşık ettiği günler, bir zaman sonra, onsuz değil, onunla geçirdiğin günlerin acı vermesi.

Belki belkide sen ülkesini yağmalayan bi lider ben halk,
. belki de sen peşimden ateş açan bir polis memuru, ben suçlu. sözlerin dur ihtarı, gözlerin vur emri..

neyse... belki her gün binlerce insanın yürüdüğü yerde bir mayın, belki de binlerce insanın içinde fuhuş yaptığı otel odasıydım. bilmiyorum. bilmiyorum. o kadar derin ki, ne zaman acıdığında göğsümü tutsam, sırtımdan sapladığın bıçakların, sivri uçları geliyor elime

...kalbimi bulamıyorum.

17 Haziran 2013 Pazartesi

'bir ağaç öldü..bir millet uyandı.'

'bir ağaç öldü..bir millet uyandı.'   Nazım Hikmet.

01.06.2013 - ERZURUM
Herşey Nazımın dediği gibi oldu bir ağaç oldu bir millet uyandı. 5 yıldır Türkiye'deki genç nüfusun iphone'dan başka bir sikten haberi olmadığını, mongol bir nesil yetiştiğini düşünüyordum. Bu göt oluştan çok mutluyum, özür de diliyorum. Son 3 gündür acayip umudum var bu memleketten. Direnişe devam Türkiye! Bence eylemler bitirilmemeli bi eylemi yapıyorsan ya amacına ulaşana kadar yapacaksın ya hiç yapmayacaksın ama karşılıklı şiddete son verilmeli.Bu eylem başlarken amaç neydi? Taksim gezi parkının da korunması öyle değil mi? Ama daha sonra ne oldu? Polisle çatışıldı cam çerçeve indirildi arabalar yakıldı vesaire vesaire. Ya halk polise düşman oldu düşman. Polise dağıt emri gelirse polis dağıtmak zorundadır binlerce kişiyi jopla mı dağıtacak? Bu bi emir zinciri biber gazı kullanılsın diyilir ve biber gazı kullanılır. Yanlış kullanılmıştır abartılmıştır falan filan bunlar emirler çerçevesinde olan şeyler hangi polis kafasına göre gaz bombası atabilir bir yerde? Bu adamın belinde yok mu silahı neden çıkartıp tek bi ateş etmedi? Halbuki hayatı tehlikedeydi öyle değil mi? Çünkü emir almadı sadece kaçmaya çalıştı oradan.Yayın yasağından dolayı bilgi verilmiyor ama daha bugün Eskişehirde polisle halk çatışıyor halk polisle halk polis barikatını devirip kalkanlarını alıyor Taksimde polis giremiyor 155i arıyor dalgasını geçiyorlar polis çağırıyorlar.Ömrünün yarısını GTA oynayıp geçiren neslimize polisle ya da tüp kaçağını çakmakla kontrol edenlere gazla saldırmak ne kadar mantıklı ? Olaylar zincirlemesi bence ilk eylemde başlıyor ilk günü eylemde halk parkta kitap okuyor çadır kuruyordu eylem için sonra emir geldi dağıtılsın polis emre uydu sonra kalabalık çoğalınca 1000lere 10000lere vardıkça şiddetin gazın dozu arttı polis sert müdahele yapmak zorunda kaldı o eylemde içinde polislere karşı bi kin duyan kim varsa eylemde bu oldu diyerek sosyal medyayı doldurdu sonra medyayı takip edenler polise karşı doldu çıktı polise saldırdı polis halka ve karşılıklı şiddet başladı ve cidden buna son verilmeli bu yüzden bugün Türkiyede biber gazı yemeyen insan sayısı çok az. 



Fatih Sultan Mehmetin dediği gibi. 

 ''İktidar halka güç gösteri yapmak değil.Halkın çıkarlarını korumak,refahını sağlamak ve geleceğini inşa etmek için bir araçtır.Bir Sultanı güçlü yapanda budur !''

 Bu bi baş kaldırış değil, eylem değil artık sadece provakasyon oldu başka hiç bir şey değil. Ülke iç savaşa sürükleniyor sen Suriye gibi bi ülkede yaşamak ister misin? İstemezsin değil mi? Eğer bu iş böyle devam ederse yarın öbürgün başbakan yanlıları dökülecek sokaklara yine sağ sol kavgası çıkacak yine anarşi doğacak masumlar ölecek güzelim ülke mahvolacak. Bu iş bu gün yarın bitirilmeli yoksa hiç iyi şeyler olmayacak. Devlet tarafından bitirilmesi istense yıkımı iptal ederek bitirebilirlerdi ama artık eylemler ne park nede ağaç için yapılıyor ve herkes bunun farkında değil. Polisi linç etmeye çalışmakla ev araba yakmakla hükümet devrilmez. Yarın öbürgün polis öyle polis böyle diyenler evlerine hırsız girse ne yapacaklar çok merak ediyorum. Yine tweet atıp eylem mi yapacaksınız? Telefon kulağınızda 155 e feryat etmeyecek misiniz? Onlar görevini yapan devlet memurları! O adam seni ordan dağıtmasa, rozetini silahını bırakıp gitse maaşını sen mi vereceksin? Eşinin çoluğunun çocuğunun karnını sen mi doyuracaksın? Kendine gel. Dur artık demesini bilmek gerek ama ders almakta gerek. Libyada Süriyede olanlar devrim olarak bilindi bi general çıkıp sıra Türkiye'de diyince kimse bi şey anlamadı. Bunu iyice anlamak lazım ve bence Tayyoş'un görevide bu bu kaosu başlatmak. Türkiyede anarşi var diye suriye amerika bir girer ülkeye göt gibi kalır o biber gazları mumla aranır bunu biliyor musun? Dövecekse gaz, su sıkacaksa kendi polisin sıksın Amerikan askerinin kurşunundan iyidir. Polis emri aldı biber gazını bırakıp Portakal gazına geçti, eğer dğer doğruysa hükümet besiç milis gücü kurdu. "besiç nedir?" diye soranlara da şöyle anlatmaya çalışayım:
İran'da şu anda ülkenin başında olan islamcı diktatörlüğünün asker, istihbarat ve polis gibi silahlı "güvenlik" güçlerine ek olarak istihdam ettiği "yarı-resmi", "yarı-gizli" bir milis gücüdür. sivil olarak takılırlar. polisin bile (!) gerçekleştirmekten kaçındığı adam kaçırma, dövme, işkence, tecavüz ve infaz gibi görevleri yerine getirirler. silahlıdırlar. toplumsal olaylarda halkın arasına karışıp sivil gibi bir süre takıldıktan sonra silahlarını çıkarıp insanları öldürürler ve iş bu noktaya geldiyse bu gidişatın ne olduğu belli.
Olay zincirlemesi belli yabancı medya olayı anlatır, Türk medyası olaylar büyüsün diye ses çıkarmaz aynen Suriyedeki gibi. Hiç bi fark yok Esadı Kaddafisi Recebi hepsi aynı sisteme hizmet ediyor.
Kaddafi öldü arkadaşım o çıkan kaos yüzünden öldü.Kaddafi sikimde değil siyaset sikimde değil sikimde olan Türkiye.Ben burda siyaset tartışmıyorum sikimde de değil tayyibi de kemalide benim anlatmaya çalıştığım ülkeyi içine çeken kaos. Polis biber gazı sıkıyor biz eylem yapıyoruz vazgeçmiyoruz fikirlerimize biber gazı işlemiyor ama hiç birimiz V değiliz. Bu olayları başlatanda her zaman sosyal medya olmuştur bu yüzden okullarda sosyal medya okur yazarlığı dersi çıkarılıyor bilinçli kullanılamıyor. Emin ol şimdi facebook yada twittera girmeyen biri şu yayın yasağı olduğu günlerde hiç olaydan haberdar olmamıştır. Belki haberi olsa oda dışarı çıkacak polise taş atacak ama yok. Medya vatandaş polise taş polis vatandaşa biber gazı atıyor ortalık savaş alanı, orada polise taş atan sopayla saldıran doğa sever değil zaten doğayı seven biri insanıda sever polise taş atmaz., hükümeti eleştiren, istemeyen değil talığı karıştıran bu karışıklıktan prim yapan. Doğayı seven bin kişi, 50 tane orospu çocuğuna polise taş atma ortamını yaratır ama değil mi? Her şey tadında bırakılmalı. Diyorsunuz ki öyleyse herkes evinde otursun kimse polise taş atmaz izin vermiyorlar bak 19 mayıs kutlamaları falan iptal oldu,alkol yasağı oldu,emek sineması,Reyhanlı,kürtaj olayı,tutklu gazeteciler oldu ya eylem oldu hepsinde amaç tamamen bu ortamı yaratmaktı bu olayı atlaksak yarın başka bi olay çıkarıp evinde oturmana izin vermezler.Ve emin ol ben doğayı seviyorum diye o bağıranların çoğu o avm yapılırsa balkonunda çay sigara keyfi yapar. İsyan anarşi doğurur her şey tadında bırakılmalı.Bende olaylara dur diyenlerdenim. Recep gibi dış güçlerden beslenenlere küfredenlerdenim.Ama eline geçirdiğini nefretle fırlatan doğa için diye başlayıp doğaya zarar verenlerden değilim. Türk medyası yayın yapsa senin benim bu bildiklerimiz herkes bilir bizimde televizyonda bu olayı açıklayacak zeki adamlarımız vardır yayınlanır ve amaç ortaya çıkınca eylem durur.Kalabalığı eylemleri fırsat kahpeliğede hizmet edenler olacak. Soğukkanlı olmalıyız, hainliğe fırsat vermemeliyiz.Bu eylem dozunu aştığında durmalı diyorum ama çıkıp bu eylemi kötüleyecek biri varsa siktirsin gitsin. Dur artık demesini bilmek gerek ama ders almakta gerek. Ama eylem eğer durmazsa;

''Birgün İsmet İnönü Atatürke sorar.

- Dünyanın en zor işi nedir? diye

Atatürk
 

-Türk milletini ayaklandırmak, ama bundan daha zor bi şey varsa o da ayaklandıktan sonra bu milleti durdurmak.''der





Ve Atatürk o kadar ileri görüşlüydü ki. 80 yıl önce bunu yazabilmişti.
"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, "demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek." Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
Mustafa Kemal Atatürk
Bursa Nutku, 5 Şubat 1933''
80 yıl oldu 80 koskoca yıl.Bu seksen yıl içinde çoğu insanı küçükken, aile büyükleri tarafından Atatürk'e karşı doldurdular. Ama büyünce gerçekleri görmeye başlıyor insan.Hiç bir şeye saygı duymasan bile en azından Atatürk'e sadece Erzurum, Sivas, Amasya ve birçok yerde halkı Kurtuluş Savaşı'na karşı bilinçlendirip örgütlemesi yüzünden bile saygı duymak zorundasın. Yani müthiş bir örgütleme var, öyle böyle değil, anlatamam size ! O zamanlar İstanbul Hükümeti Atatürk'ü görevden almıştı. Ama o yılmayıp devam etti. Halkı örgütledi. Eğer örgütlemeseydi başta İngiltere olmak üzere birçok devlet, ülkemiz topraklarını kendi aralarında paylaşacaktı. Gizli Antlaşmalar çoktan yapılmıştı bile. İşte böyle bir ortamda, olan bitenden haberi olmayan bir halkı uyandırdı Atatürk. Biraz tarih bilen birisi Atatürk'e karşı cephe almaz.Dindar bir ailenin çocuğu olan M.Kemal'in annesi ve babası bektaşidir, annesi 'molla' lakaplı Zübeyde hanımdır, babasının adı da İmam Ali Rıza'dan gelir. M.Kemal 7 yaşında kuran hatmetmiş, 8 yaşında hafız olmuştur. İstiklal savaşına ve kurulacak devletin adının "türkiye cumhuriyeti" olmasına M.kemal, Hacı Bektaş dergahında karar vermiştir. Atatürk tüm icraatleri ile müslümandır ve Türktür. Ama buna rağmen dinsiz diyorlar.Hadi diyelim ki öyle sana ne ? Seni bağlıyor mu ?

Atatürkün yıllar önce söylediği bu iki cümle olanları olacakları anlatmaya yeterli. Olabilecek şeyleri herşeyi.Dün Taksim'de olaylar yaşanırken ve olaylar bir "bahar(!)" havasına dönüştürülmeye çalışılırken İçişleri Bakanı Muhammer Güler, BDP - PKK'li Sırrı Sakık ve "Kürdistan"ın sınırlarını çizdik" diyen Pervin Buldan'la gülüşüyordu.


İstanbul şu an yabancı basın mensuplarıyla dolu ve dünyaya "Arap Bahar'ı Türkiye'ye sıçradı" yönünde bir yayın peşindeler! Ancak milletimiz o yılmaz cesareti ve zekasıyla TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE, AB+D VE NATO'YA HAYIR, PATRİOTLARA HAYIR, ÜLKENİN SATILMASINA HAYIR, KÜRTÇÜLÜĞE ERMENİCİLİĞE BÖLÜCÜLÜĞE HAYIR düsturuyla hareket edecektir. Olayları yönlendirmeye çalışan, ayrılıkçı slogan atan ve karşıt grupları kışkırtmaya çalışanlara BİR KEZ DAHA dikkat çekmek istiyorum.
Soğukkanlı olmalıyız, hainliğe fırsat vermemeliyiz. Ve unutmayın o ceviz ağacını gezi parkındaki, evet belki polis farkında değil ama ya sen farkındamısın ki ???

Cengiz Han Akpınar